Bu yazıyı Büyükada Rum Yetimhanesi -1 ile okuyun lütfen
Ben savaş tarihi sevmem, şehir hayatı-tarihi severim:) Bence bu da çok şey söyler. Ve insan sık sık şöyle der: “Ya olsaydı nasıl olurdu, ya olmasaydı nasıl olurdu…”
O durumlardan biri…
Bambaşka bir tahayyül.
ORIENT EKSPRES İLE BAŞLIYOR
Binanın hikâyesi, İstanbul’u Viyana ve Paris’e bağlayan demiryoluyla başlıyor. Orient Ekspres, zamanının en popüler hatlarından biri haline geliyor ve seyahat edenler için oteller inşa edilmesi gerekiyor (bakınız Pera Palas).
Pera Palas’ın mimarı Alexandre Vallaury -sanırım- aynı şirket (Vagon-Li / Wagon Lits) için Büyükada’da bir otel inşaatına başlıyor: Prinko Palas.
PRİNKO PALAS BAMBAŞKA BİR YER OLACAKTI
Yapımında kullanılan keresteler Romanya’dan, kiremitler Marsilya’dan, kuzineleri Paris’ten getirilmiş.
“Bu bina niye deniz kıyısında değil de, 206 metre yükseklikte İsa Tepesi’nde” diye merak eden oluyor mesela, Agatha Christie – Hercule Poirot seven biri olarak dönemin zevklerine uygun, bana öyle normal geliyor ki…
Ama otel de ilginç.Suitler halinde. Yani yatak odanız yanında hizmetçinizin odası, özel alanlarınız falan var.
206 METREDE, 206 ODA
İnşaata izin veren Padişah II. Abdülhamit, bu kumarhane-otelin açılmasına izin vermiyor. (“Kumarhanesi var”dan daha derin nedenlerle bence).
Ama “o dönem yaşansaydı, nasıl olurdu?”dan çıkamıyorum ben…
206 oda burası, 206 metre yüksekliğe gönderme olamaz değil mi? (Yok artık Vallaury!)
HER YERDEN RUM ÇOCUKLARIN YUVASI
1900’lerin başında Eleni Zarifi tarafından satın alınan otel, yetimhane olarak kullanılması şartıyla İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağışlanıyor. 21 Mayıs 1903’teki açılışa II. Abdülhamit de katılıyor, hatta bağışta bulunuyor. Sultanın fermanıyla yetimhaneye her gün 7,5 okka et ve yeterince ekmek gönderiliyor.
1903 ila 1956’ya kadar 5744 kız ve erkek çocuğun barındığı, arada, İkinci Dünya Savaşı’nda askeri kışla bile olan bina yerel bir okul değil. Anne babası olmayan ya da maddi durumu iyi olmayan imparatorluk içindeki tüm çocukların yuvası.
O DÖNEMİ ANLATIYORLAR
‘Evvel Zaman Dışında’ adlı belgesel ve birkaç yayın izledim. Bugün hayatta olup yetimhanede kalmış bir kısım insan, o dönemde bir dolu çocukla mutlu ve doğanın içinde olduklarını anlatıyor. Bugün bile ağaçlar içinde, o kuşlar, o manzara normal! O dönem çocukken çok da mutlu olmadığını, ailesini özlediğini, yokluk içinde eğitim gördüğünü söyleyen de yok değil. Hatta ‘yabaniler’ denilen koca binada saklanan ve gizli yemek götürülen isyankar çocuklar da varmış!Ama yetimhanede eğitim görmüş kadın-erkek herkes “Kıymetini sonra anladık” diyor, özlemle anıyor o günleri.
DANS SALONU, TİYATRO, PİYANO
Yatakhanelerde soba yokmuş, çok üşüdükleri olurmuş, dersliklerde ise ısıtma varmış. Hocalarla aynı yerde yenirmiş yemekler, “Onlar salam da yerdi” diyen zamane çocuğu beni etkiliyor.
Okulda ilkokul eğitiminden sonra meslek edindirme desleri veriliyor. Dans salonu, tiyatro gibi bülümler piyano var. Yetimhane bahçesindeki daha küçük yapı ilkokul binası olarak kullanılmış.
PEKİ NEDEN KAPANDI?
Peki okul birden 1964 yılında nasıl, ne nedenle kapanmış?
1964 Kıbrıs olayları. 20 Nisan 1964 tarihinde resmî makamlarca gönderilen bir talimat ile ‘çamlık bölgede yangına sebep olabileceği’ öne sürülerek binanın iki gün içerisinde tahliye edilmesi istenir.
İçerden bazı fotoğrafları da aldığım bbc – Stelyo Berberakis haberinden alıntılayayım:
‘ÇOK HÜZÜNLÜ BİR MANZARAYDI’
Yetimhanenin son müdiresi Marika Hatsu, 2011’de yetimhane ile ilgili anılarını kaleme aldığı kitabında şunları yazıyordu:
“…..Eğitim Bakanlığı binanın iki gün içinde boşaltılmasını ve kendilerine teslim edilmesini istedi. Gerekçe olarak yangın tehlikesi gösterildi. Birkaç günlük süre tanınması ricası reddedilince, çocuklar apar topar adada bulunan iki manastıra yığdırıldı. Çok hüzünlü bir manzara ortaya çıktı.
Akşamın saatlerine kadar herkes, küçük çocuklar dahil, panik içinde bir şeyler taşıyarak koşuşturuyor. Kiminin elinde bir battaniye, kiminin elinde kitaplar, kiminin elinde giysiler, çanak çömlekler vardı. 177 çocuğumuz yuvalarını böyle kaybetti.”
TEHLİKE ALTINDAKİ KÜLTÜREL MİRAS
1964’ten itibaren çivi bile çakılmayan yetimhanenin mülkiyeti ile ilgili tartışmalar, davalar sürmüş de sürmüş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 15 Haziran 2010’da yapının Rum Patrikhanesi’ne devredilmesini karar vermiş.
Europa Nostra’nın yetimhaneyi ‘Avrupa’nın Tehlike Altındaki Kültürel Mirası’ olarak göstermesi bir dönüm noktası.
Umarım gerisi de gelecek…
Bu yazıyı Büyükada Rum Yetimhanesi -1 ile okuyun lütfen.
* Bu yazıyla birlikte şu söyleşiyi de dinleyebilirsiniz. Hoş olur.
Açık Radyo-Açık Mimarlık’ta Korhan Gümüş anlatıyor.
Fotoğrafların notu: Büyükada Rum Yetimhanesi’nin güncel ve şahane olmayan fotoğraflarını ben çektim. İlk yazıda benim içinde olduğum, kapak yaptığımız fotoğrafı Yasemin Giritli İnceoğlu çekti. Öğrenci kimliği fotoğrafı 206 Odalı Sessizlik adlı sergiyle ilgili haberlerden. Eski fotoğraflar internette oradan buradan. İkinci yazıdaki fotoğraflar Stelyo Berberakis’in bbc için yazdığı haberden. Ve Ziya Tacir fotoğrafları var; muhteşemler. 2012 yılında içeride özel izinle çekmiş. Linki de burada…
1 Yorum
Pingback:Büyükada Rum Yetimhanesi - I | Her Umut Ortak Arar
Tarih: 13:15h, 28 Ağustos[…] yazıyı Büyükada Rum Yetimhanesi -2 ile okuyun […]